Site Rengi

DOLAR 32,3151
EURO 35,0957
ALTIN 2.298,67
BIST 9.050,65
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Eskişehir 22°C
Az Bulutlu
Eskişehir
22°C
Az Bulutlu
Cum 24°C
Cts 25°C
Paz 26°C
Pts 27°C

Nalına Mıhına

10.09.2019
A+
A-

Varacağımız noktaya sağlıklı ulaşmak adına şöyle üç ay öncesine gidip geri gelmemiz lazım.

Malumunuz, AK Parti’de Ahmet Davutoğlu ve kendisi gibi muhalif üç arkadaşı kesin ihraç istemiyle Merkez Disiplin Kurulu’na sevk edildi. Beklenmeyen bir davranış mıydı? Söz konusu Erdoğan olunca tabii ki hayır. Her ne kadar Ahmet Davutoğlu, yaptığı itiraz ve uyarıların dikkate alınıp alınmayacağı konusunda belli bir süre bekleyeceğini ve istifa etmeyeceğini açıklamış olsa da, Erdoğan: “Gerek yok, böyle arkadaşları biz ayıklamaktan çekinmemeliyiz!” diyerek ihraç sürecini hemen başlattı. İhraç haberinin duyulmasının ardından da AK Parti içinde kaynamalar başladı.

Aslında ben dahil birçok kişi için İstanbul seçim sonuçları AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan için sonun başlangıcı olarak yorumlanmıştı. Bu yorumlardaki tek dayanak elbette sadece seçimden çıkan ezici sonuç değildi. Bu sonucun işaretlerini veren ve Erdoğan’ın görmezden geldiği ya da çok da önemsemediği birçok gösterge vardı aslında. Mesela Recep Tayyip Erdoğan’ın partisini kurumsal bir yapı olarak değil de artık kişisel aracı olarak görmeye başladığı ve bunun uzun zamandır parti içinde huzursuzluk yarattığı bilinen bir gerçekti. Öte yandan kendisinden başka hiçbir gücü tanımayan bir irade ile her zaman kendisi için daha fazlasını istemesi ve iktidarını daha uzun yıllar muhafaza etmek adına devlet yapısını, kurumları, gelenekleri, teamülleri yerle bir etmesi: “ben yoksam hiçbiriniz yoksunuz” egosu ile parti teşkilatlarını küçümsemesi ve üzerlerinde ağır bir tahakküm oluşturması da iç huzursuzlukları besleyen diğer faktörlerdi. Bu durumda teşkilatlardan ve artık inancını ve güvenini yavaş yavaş yitirmeye başlayan partililerden eskisi kadar çalışması beklenemezdi. Nitekim pek çok yerde teşkilatlar seçime çok da fazla asılmadı. Eskişehir dahil pek çok yerde teşkilat içi çalkalanmalar, huzursuzluklar, aday-teşkilat çekişmeleri gibi AK Parti’de görmeye alışık olmadığımız ve ayan-beyan kamuoyu önünde yaşanan gelişmeler de birşeylerin habercisiydi aslında. Bu arada AK Parti’li pekçok arkadaşımızın parti içi sorunlar dışında, seçmene umut vaat edecek ya da ülkenin içinde bulunduğu koşullarla ilgili savunulacak bir argümanları olmadığı yönündeki serzenişlerini de duyduk sıkça. Keza her seçimde AK Parti’ye oy veren seçmen dostlarımızdan da “artık bu kadar da olmaz” yakınmasını işittik.

Seçim öncesi hangi aklın ürünüdür bilmem ama muhalefet adayına Pontus yakıştırması, terör destekçisi denmesi, toplumu kör bıçakla ortadan ikiye ayırma politikası, ekonominin zavallı hali, Suriye ve göçmenler meselesi gibi, çıplak gözle bile görülebilen tabloyu okuma kabiliyeti olan en amatör siyasetçinin bile yapmayacağı onlarca saçmalık AK Parti’yi tükenişe götüren başlıca etmenlerdi. Bir taraftan Millet İttifakı’nı terörle kolkola yürümekle suçlarken, diğer yandan Öcalan’ın mektubu ve kırmızı bültenle aranan terörist Osman Öcalan’ın TRT ekranlarında boy göstermesinden kaynaklı derin çelişkiyi millete anlatabilmek de imkansızdı doğal olarak… Rahmetli Erol Olçok’un vurucu kampanyalarına alışmış bir kitle için, derin çelişkilerle dolu, samimiyetsiz, umut ve güven vermekten uzak kampanya süreci de tuzu biberi oldu AK Parti’nin kaynayan suyunun.

Tabii bu tablo ve ortaya çıkan sonuçtan sonra akl-ı selim bir siyasetten ne beklenir? Tabloyu objektif olarak okumak, hataları görmek, politika, kadro ve söylem değişikliğine gitmek… Tabii ki şu ana kadar bu da olmadı. Tayyip Erdoğan hala o keskin, o ayrıştırıcı ve karşısındakini siyasi bir rakip değil de kendisinin ve hatta ülkenin düşmanı olarak gösterme gayretinde olan siyasetine devam etti. Kendisi gibi düşünmeyenleri terörist ve vatan haini olarak nitelemekten hala vazgeçmedi. Hâl şudur ki; yıllardır hiçbir olumlu performans göstermeden, seçmenin aklına hakaret eden yalan yanlış ifadelerle rakiplerini ve muhaliflerini aşağılayarak, dışlayarak, gayrı-meşrulaştırarak, bastırarak ve ezerek “bizden başka seçeneğiniz zaten yok, bize mahkumsunuz”  diyen, kendinden başka kimseyi ve kimsenin aklını önemsemeyen, yapılan hiçbir eleştiri ya da uyarıya kulak asmayan Recep Tayyip Erdoğan artık seçmen nezdinde de partisi içindeki bazı kesimlerde de inandırıcılığını ve kendisine olan güveni yitirdi. En azından kendisine oy veren belli kesimlerde koşulsuz destek dönemi sona erdi. Bundan sonra partide, mevcut ve yeni oluşumlarla daha da hızlanacağı belli olan erime ve iktidardan düşme korkusu, teşkilatlarda ve milletvekilleri arasında yeni arayışların kapısını aralayacaktır mutlaka. Bazıları derhal harekete geçecek, bazıları da konjonktürün ne getireceğini beklemek isteyecektir. Ancak duruma göre pozisyon almak isteyen partililerden bu süreçte doğal olarak partiye de bir hayır gelmeyecektir. Az önce ifade ettiğim gibi toplumsal desteğini önemli ölçüde yitiren AK Parti’nin, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan hareketi ile büyük bir erozyona uğrayacağını söylemek yanlış olmaz.

Sayın Erdoğan, içinden çıkanlar dahil, kendisine muhalif olanları ne kadar susturmaya çalışırsa çalışsın, ne kadar önünü kesmeye gayret ederse etsin bu erozyonun önüne geçmek artık imkansızdır. Özellikle kaybedilen İstanbul seçimlerinin tekrarı ve yenilenen seçimler öncesi süreçte hem Tayyip Erdoğan’ın yenilmez armada ünvanını kaybetmesi ve karşıt seçmen kitlesinde en kritik eşiğin aşılması, hem de bu süreçte sergilediği bariz ve affedilmez hatalar kendisini bu geri dönülmez yola sokmuştur. Politikasında bir değişim yaşanmadığı sürece de bu erime artarak devam edecektir. Israrla sürdürdüğü saldırı ve yok etme siyasetinin rakiplerini zayıflatmak bir yana yeni bir mağdur ve mazlum edebiyatına imkan yaratacağı, rakiplerine beklenenden daha fazla güç kazandıracağı açıktır.

Zaten Ahmet Davutoğlu bunu ve Tayyip Erdoğan’ın tutumunun ne olacağını çok iyi bildiği için istifa etmeyeceğini ve bir süre daha bekleyeceğini söylemiştir. Şu durumda artık “ben partim ve ülkem için doğru olanları söyledim, yapılması gerekenleri anlattım. Dinlemediler, kabul etmediler, beni partiden attılar” diyerek propagandasına ayrı bir boyut katacaktır. Diğer yandan kamuoyuna herhangi bir açıklama yapmasa da, parti ve teşkilatlar içindekileri ikna edecek çok önemli argümanlar ortaya süreceğinden de kimsenin kuşkusu olmasın. Bir mağduriyet operasyonu ile iktidar şansı yakalayan Recep Tayyip Erdoğan’ın, böyle bir ortamda parti içinde ve dışında kendisine rakip olma ihtimali olanlar için kendi eliyle bir mağduriyet yaratma hevesini anlamak mümkün değil tabii. Neyse meselemiz o değil, bizi ilgilendirmez zaten.

Bu noktada meselemiz şu:                                 Görünen o ki Tayyip Erdoğan siyasetinde ve çizgisinde bir değişiklik yapmayacak. Gerçi yapsa da artık topluma samimi gelmeyecek. Parti kurumsal yapısı ve teşkilarla ilgili bir çalışması mutlaka olacaktır. Hatta durumu kurtarmak için Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dediği bu garabette de birtakım değişiklik ve esnetmeler yapma çabasında olduğu artık biliniyor. Ancak bunların hiçbirisi kaybettiği toplumsal güveni yeniden tesis etme noktasında pozitif bir katkı sağlamayacaktır kendisine ve partisine. Öte yandan handikaplarını derinleştirecek çok daha önemli sorunlar var ortada. Özellikle dış politikada büyük bir kıskacın içinde ve buradan salimen çıkabilmesi neredeyse imkansız. Ekonomi çökmüş, tarım ve sanayi üretimi dibe vurmuş. Esnafın hali perişan. Sürekli baskılanmaya çalışılan döviz ve faiz belli ki yakın zamanda büyük bir tırmanışa geçecek. Bankacılık sistemi ile ilgili son derece olumsuz beklentiler var. Reel enflasyon tavan yapmış durumda ve ardı ardına gelen zamlarla geçim sıkıntısı had safhada. İşsizlik tarihin en büyük rakamlarına ulaşmış. Borçlanma, zam ve vergiler dışında kaynak üretme kabiliyeti yok. Yakın vadede ödenmesi gereken milyarlarca dolar dış borç var. Ordu teyakkuz halinde ve doğal olarak bunun ağır bir ekonomik bedeli var. Bölgemiz patlamaya hazır bir bomba gibi, en ufak bir provakasyonda ortalık cehenneme dönecek. Bunun yaratacağı tahribat ve zayiatı düşünmek bile istemiyorum. Dolayısıyla, milletin tansiyonu zaten çok yüksek, üstelik bu tansiyonu daha da yükselten bir Suriyeliler meselesi var ortada. İşin garip yani bunların hiçbiri yokmuş gibi Bay Kemal ve İmamoğlu’na endekslenmiş bir iktidar zihniyeti var sahada. Bu kadar sorundan herhangi birinin çözümü için ne somut bir çalışma ne de bunu yapabilecek bilgi, deneyim ve kapasiteye sahip bir kadro var ortada.

İşin acı yanı, ülke güllük gülistanlıkmış gibi, ülkeyi AK Parti değil de başkası yönetiyormuş gibi, dış güçlerden başka söyleyecek sözü olmayanların toplumsal algıyı manipüle etme ve iktidarı bütün bu sorunlardan soyutlama gayreti var. Lakin, kesin olan birşey var ki, hala ve hala Goebbels taktikleri ile kendisini ve iktidarını ayakta tutma gayretinde olan Erdoğan için bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Her şey bir tarafa, bu noktada korkutucu mesele şu ki, asıl Türkiye için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. İç politikadaki kırılganlıklar, dış politikadaki zafiyetler ve kıskaçlar, tehditler, komplolar, ekonomik baskılar, toplumsal gerilimler, terör, dış güvenlik sorunları ve kadro yetersizliği başta olmak üzere daha nice sorunlar canımızı çok yakacak. Ve bu yangın kim ne derse desin baskın değil belki ama erken seçimi mücbir kılacak.

Velhasıl kelam, geldiğimiz noktada fitili ateşlenmiş toplumsal ve siyasal sarsıntılarla yeni bir dönüşüm sürecine gebe Türkiye… Bu dönüşümün maliyetinin ne olacağı konusunda benim derin endişelerim var doğrusu. Biz içeride bütün sorunları bir kenara bırakıp saçma sapan mevzuları bahane ederek birbirimizi yerken, emin olun birileri bizim adımıza yeni bir gelecek profili oluşturuyor. Başımıza PKK ve FETÖ musibetlerini saranların bunu boşuna yaptıklarını, şimdi boş durduklarını ve duracaklarını düşünmüyorsunuz herhalde. Tablo fevkalade endişe verici ve işte böyle bir tabloda Türk siyaseti de kendine yeni bir yön tayin etmek zorunda. Yeni partiler, yeni projeler, yeni stratejiler, yeni söylemler, yeni ittifaklar her neyse…

Birileri bizim umutlarımızı daha fazla karartmadan, bu millete artık yeni ve güçlü bir umut aşılayacak siyasal zihniyete ve yapılara ihtiyacımız var. Diğer verilerle birlikte İstanbul seçimlerinden çıkan tabloyu iyi okumamız ve şunları görmemiz lazım: Bir, ayrıştırıcı ve ötekileştirici siyasetten vazgeçeceğiz. Millet yıldı artık. Türkiye’nin yeniden barışa, kardeşliğe, birliğe ve sevgiye ihtiyacı var.   İki, ülkenin daha akılcı, dinamik, vizyoner, sempatik, halkla içiçe, dürüst ve namuslu politikacılara ve bürokratlara ihtiyacı var.              Üç, halkın temel sorunlarına eğilen, güvenlik ve ekonomi başta olmak üzere gelecek adına umut vaat eden söylem ve politikalara ihtiyaç var.                Dört, sen-ben kavgaları ve siyasi egolar yerine aklı ve hedef odaklı işbirliğini önceleyen yaklaşımlara ihtiyaç var.

Hal böyle ise mevcut siyasi partilerin kendilerini bu duruma göre revize etmeleri gerekiyor. Kurulacak olan yeni partilerin de hem kurumsal yapılarını hem de programlarını buna göre şekillendirmeleri şart. Ki her iki oluşumun da bu yönde ciddi çalışmalarının olduğu sır değil. Ha, mevcut partiler içinde bu konuda umut vaat eden bir çalışma var mı derseniz, ben görmedim henüz. İktidarın daha fazla kan kaybetmesine odaklanmış, kafa yorup ortaya proje koymaktansa, iktidarın çöküşünü bekleyen, bu noktada reel gündemle bile ilgilenmeyen bir siyasal anlayış hakim. Üstelik son İstanbul seçimlerini bir yana koyarsak, muhalefet partilerinin de geçen süreçte iktidarı aratmayacak bir güven kaybı yaşadığını söylemek yanlış olmaz. O halde onların da kendilerine bir çeki düzen vermeleri gerekiyor. Mevcut partiler önündeki zamanı doğru değerlendirmez, bu atalet devam ederse, oluşan boşluğu birileri çıkar ve doldurur.

Kim doldurur, nasıl doldurur, ülkeye ve millete maliyeti ne olur onu da bekler hep beraber görürüz. Ben üç aşağı beş yukarı tahmin ediyorum da, buraya kadar anlattıklarım sizi tatmin etmediyse gerisini anlatmama da gerek yok zaten. Tatmin oldu iseniz zaten ne olabileceğini de en az benim kadar görüyorsunuzdur diye düşünüyorum. Ama tatmin olmayanlar için söylüyorum, hiçbir şeye bakmıyorsanız, hiç olmazsa 2002’yi hatırlayın yeter.

Şunu bir kez daha altını çizerek söylüyorum ki, seçimler için 2023’ü hedefleyenler çok ama çok yanılırlar.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.