Yaklaşık yirmi yıl içinde yaklaşık yüz km2 yaşam içinde edinilen bilgiler ile
Sonrası elli yıl içinde yaklaşık- hadi biz buna iyimser olarak yüz km diyelim -yüz km içinde edinilen bilgiler kıyaslaması diyebiliriz birazda.
Sonra sonrası da; somon balıkları ve somun balıkları olayı.
Her ikisi de sonuçta doğdukları yere geri dönüyorlar.Tabii doğduğu yer ile doyduğu yer gerçeği de var.İlk yirmi yılda bu yuzde yüz iken nerdeyse.Sonrasında ise sosyo ekonomik nedenler ile belki çok değil ama tabii ki bu oran yüzde yetmişe düşebiliyor.
Dedik ya.Üç beş bin nüfuslu bir köy kasaba - ilçe de diyebiliriz ki öyle belki -içinde yaşanılan bir süreç ile sonrası sekiz yüz bin nüfuslu bir şeherde geçen elli yıl bir yarım asır!
Sonra telefonun tellerine GSM mi konar.Herkes sevdiğine yavrum mesaj mı atar?
Tabii telefon denilince sıraya girip beklenilen yıllar da vardı.
Vay be.
Tekmili birden yetmiş yıl içinde yüz km de geçen süreçte edinilen bilgi, beceri ve yetenek ile halâ iyi kötü süregelen bir yaşam.
Buyur yaşa paşam.
Her yerde kâr var.Her yer de bilgi var.
Yalan yanlış, eğri doğru!
İnsanın en yakınına" beni takip etme!" İle tu kaka deyip, en uzaktaktakiler ile bilmem şu kadar takipçim var havası!
Yüzeysel, içten olmayan dıştan bir yarenlik.
Hele bunu yaşam dilimi içerisinde hesaplarsak.Ki bence bunu da , ileri ki yıllarda yaşayacak olanlar, benim gibi yetmişli yaşlara gelen birileri yapsın ki, en gerçekçi olanı da bu zaten.
Biz gibi o da yaşanılanı yazsın.
Gerçekçi olanı.
Varsayılan , önerilen bir yaşam.Sanal alem.
Bir acayip alem.
Dedik ya.
Yaşanılan ya da yaşanmış sayılan yıllar içinde " bilgiler içinde bu hayat sürmeli gelin, gelmeyin"
Aslında belki kendine gelmek !
Biraz zor ama popüler kültür dediğimiz bilgiler yumağında.
Belki de en kolayı insanın kendinden bıkıp başka insanlara kaçmak istemesi en kolayı.
Kolay da.
Tık tık tık.
Belki yıllar sonra bu tık tık tık , bırak artık şu telefonu valla bıktık olacak!
Biliyorum ben de bıktım bu kadar yazınca.
Tık tık tık.
Ne bu iki saattir?
Dışarda yaşam aktı geçti amcam telefona baktı geçti geçmedi hala bakıyor...uz.Biz sanal alemde gezdik ya fersah fersah!
Yetmişe doğru gelen yaşın gereği biraz geriye gittim.
Anımsadığım kadarıyla ilkokul, ortaokul lise yılları.
Bak işte gördün mü girme o konuya dedim sana.
Eee iki yıl okuduk emme, hani yüksek sayılacaktı?
Neyse.Doğruya doğru.
Şimdi bilgi bakımından baktım o yıllara.
Tamam benim yaşındakiler ille de nostalji diyebilir.Ehhh bu da bi nostalji.
963 ilkokul biiiiir.
Rahmetli Mustafa Oytan öğretmenim.
Kâh şeker kâh mandolinle öğretti üç sene.
Tabii ki Kur'an kursları.Şeddeye kadar gelmiştim.
Sonra ortaokul derken lise.
11 yıl.
Valla iddia etmiyorum ama, müfredat eeeep aynı gibiydi.
Eeee hal böyle olunca eee bizler de bilgi bakımından az çok farkla da olsa eeeep aynıydık.
O aynı müfredatla kıraat eyleyen bizler sonra rahmetli namı değer Topal Ahmet amcanın Yontunç yontma tesislerinde müfredat kıraatından kahve kıraatına geçtik.
Tâbii devirde kıratın devri tâbii.
Kırat ve kıraat!
Ajanslar ve sekiz pilli radyolar.
Sonra 74 de dünya kupasını rahmetli Parmaksız'ın çalıştırdığı parkta izledik.İlk kez gene Rahmetli Cafer Yeşil' in tuhafiye dükkanı camında bu üç buçuk numro miyop astigmat gözlerle zar zor izlemiştik bir iki saat.
Sonra Halk eğitim binasında izledik.
Aradan hadi biz altmış yıl geçti diyelim.
Ansiklopedi ve kitaplar?
Hayat ansiklopedisini bilirdik ama bakamadık.
Haaa lisede duvar gazetesini ben yapardım.
Vay be! Demek ilk gazetecilik!
Gelelim bugünlere.
Meydan Larus ile kupon sayesinde tanıştık.
Sanırım 24 cilt.Ayrıca Bir de eki çıkmıştı.
Bilgilenme ol nedenle başladı galiba.
Şehire taşındık her ay.
Her ay kupon kes tabii gazete alarak.
Bedafe deeeel!
Son yirmi sene ne olduysa oldu.
Birden görsel dünyaya girdik.
O yıllarda ki gibi değil artık hiç bir şey.
Herkes herşeyi biliyor!
Ya da bilir gibi yapıyor.
Orasını bilemem!
Pazarcıların kese kağıtlarını ıslatarak açıp okuduğum gazeteler vardı.
Evet hamur bildiğiniz ekmek hamuru ile yapıştırma.
Belki o yüzden profesör konuldu adım!
Yok yok gözlükten.
O yıllara baktığımda hemen hemen herkesin birbirine benzediği,benzer oyunlar oynadığı,benzer bayramların yaşandığı kısaca benzer insanların benzerliği vardı.
Ya şimdi?
Benzerlikler kayboldu gibi.
Bi benzerlik galiba kanal benzerliği!
Dizi filmler.
Benim dizim senin dizini döver.
Otura otura ekran başında ilerde insanlar dizlerini çok döver gibi.
Eee biraz yürümek gerek.
Ne o öyle telefona çöreklenmek en gerek li gibi.Belki de en gereksiz.
Sosyal medya eğrisi doğrusu ne varsa akıp gidiyor.
Herkes tık derdinde.
Herkesin tıkı çıkıyor telefonlardan.
O yılların benzerliğinden bu yılların benzemezliğine evrilen bi süreç.
Tamam o yıllarda ki ülkenin sosyo ekonomik yapısı ile bugünün ki elbette farklı.
Benim demem şu; benzerlikler benzemezliğe dönüştü.
İyi kötü orası felsefecilerin işi.
Ol nedenle benzerliklerin toplumsal ilişkileri belirlediği insan ilişkileri birden benzemezliklerin bireyselliği körüklediği insan ilişkilerine geldi dayandı.
Artık ego konuşulur oldu.
Hemen hemen herkes insan sarrafı oldu.
İyi de o yıllarda yok muydu?
Dedim ya.Çocuktum, ufacıktım acıktım!
Haaa anımsadığım kadarıyla esnaf ekabir insanlar vardı bildiğim ya da hatırladığım.
İşte genelde oyun ile geçen bir çocukluk, gençlik vs.
Eee zaten hayatta bir oyun değil mi?
Madem hayat bi oyun oynadıktan sonra VCD sini lütfen yerine koyun.
Tâbii yenilemek lazım bunu.
Yeni deyimle güncellemek.
Ah bir de gencellemek olsaydı.
O da var.
Bas tuşa fotoğrafını foto shopta çıkar.
Gençelleştik işte hayalen.
Bundan ne çıkar.
Hayatın belki birçok kısmı çıkar sanal aleme akar.
Hafıza kartını yerine koyun.
Tâbii bizden önce yapay zekâ robotu önce davranmazsa.
Neyse yolculuk devam ediyor.
Müsait bir yerde inelim değil , seni indirelim diyene kadar gider bu yolculuk.
Hayat yolculuğu.
Uzun kısa, yaşanmış, yaşanmamış!
Ne varsa.
Tekmili birden.
Te bana müsade aga.
Yok be!
Bu Yazı.
Bitirdik.
İnşallah kışıda bitiririz!