Mumcu’dan Majestelerine
Abdullah Gül, Majesteleri’nin Valisidir
Bu parantezi açtıktan sonra Erkan Mumcu’nun Ak Parti içinden çıkacak yeni partileri de işaret ederek konuyu biraz daha açan sözlerine bir göz atalım. Zira buradaki itham ve değerlendirmeler biraz daha ağır.
“Ergenekon yargılamalarının biçimine, hedeflerine, başlangıçta yöneldiği noktalara, kurgulanmasına bakın bunu tetikleyen şeyin ne olduğunu görürsünüz. 2004 Askeri Şura kararları… Sebep? Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın daire başkanlığı statüsünden alınıp kolordu seviyesine çıkartılması… Yani 7 bin kadro kapasiteli bir güçten 55 bin kadro kapasiteli bir güce eriştirilmesi. Türkiye'nin bir gayri nizami harp kapasitesi örgütleme girişimidir bu kararlar ve bu karara olur verenlerin hepsi cezalandırılmış, bu olasılığı canlandırma ihtimali Türkiye'nin elinden alınmıştır. Hedef o süreçte tutuklananlar değildi, onlar sadece kurbandı. Hedef bambaşkaydı ve o hedefe ulaşıldı. O gün kozmik odaya kadar gelişen süreci izleyenler bugün susuyorlar. Hesap verecek ilk kişi Abdullah Gül'dür. Abdullah Gül neden susuyor? Neden susmasına izin veriliyor? Ben kendisini "majestelerinin valisi" olarak çoktan kodladım. Peki majesteleri kim? Kendisinin ve yandaşlarının meşruiyet devşirdiği uluslararası alan… Kendisi bu süreçte kendisine ait ne bir fikir ileri sürebilir, ne de bir aksiyon alabilir.
….
“Abdullah Gül, daha Ak Parti'nin ilk kuruluşundan bu yana uluslararası sistemin Ak Parti'ye atadığı kayyımdır. Uluslararası sisteme verilmiş sözlerin bekçisidir. Hikaye basit. Tayyip Erdoğan'ı öngörülemez olarak niteledikleri için öngörülebilir bir güvence arıyor dünya sistemi. Önce bu güvenceden yoksun kalmamak için 17-25, sonra tamamen yoksun kaldıkları için de bir darbe tezgahladılar. Bu da sonuçsuz kalınca şimdi başka araçlarla bir tahterevalli kurmak istiyorlar. Asıl kavga Ak Parti'deki Tayyip Erdoğan iktidarının bölüştürülmesidir. Tayyip Erdoğan buna razı olmuyor, kavga da buradan çıkıyor. Ben burada Tayyip Erdoğan'ın durduğu yeri son derece doğru ve haklı buluyorum. İstenen şey Türkiye'nin iç işlerinde görece bağımsız, dış işlerinde de tam bağımlı bir ülke olmasıdır. İstenen güvence de bunun mümkün hale getirilmesidir. Siyasetin kurgusunun buna elverişli hale getirilmesidir. Siyasi aktörlerin de öngörülebilir ve bu konuda güvenilir profillerden seçilmesidir. Böyle olmayanları dışlayan, böyle olanları kapsayan; medya, partiler, sivil toplum, üniversiteler, bürokrasi kurgusunun tamamlanmasıdır. Bu hikayeyi Tayyip Erdoğan değiştirmeye çalışıyor. Ama tam bir laz kalfa gibi… Elinde bir proje olmadan. Niyet başka bir şey, elindeki imkanların buna yetip yetmeyeceğini bilmek başka bir şey. Burada şuna bakmak lazım. Tayyip Erdoğan gitmek istediği yere kendisi mi gidiyor, yoksa yanındakiler ya da karşısındakiler onu başka bir yere mi sürüklüyor?
Sayın Cumhurbaşkanı'nın şunu anlaması lazım. Eğer bir komplo varsa, o komplonun kendisinden çok Türkiye'yi hedef alan bir komplo olacağından kuşkusu olmasın. Burada Türkiye'ye ilişkin bir tasarım var mı diye bakmak gerekiyor. Özellikle Suriye'deki gelişmeler bağlamında Türkiye acaba istenen sosyolojik kırılmalar (Türk-Kürt ayrışması) bağlamında hedeflenen noktaya bir türlü gelmediği için bir uluslararası müdahalenin konusu edilmek isteniyor olabilir mi? Eğer böyleyse Türkiye'nin rejiminin bir Baas modeli haline dönüştürülmesi, Türkiye'nin siyasal liderinin bütün dünyaya Esad gibi, Saddam gibi, Kaddafi gibi bir diktatör profili olarak sunulması hedefleniyor olabilir mi? Duruma buradan bakınca sistem reformu denilen şeyin Türkiye'de bir hukuk devletine dönüşmesi, denge-fren sistemini, kuvvetler ayrılığını çalıştıran bir cumhurbaşkanlığı sisteminin kendisi için güvence, Türkiye için de güvence olduğunu görmesini bekliyorum.
Tayyip Erdoğan bu ülkenin Cumhurbaşkanı. Kararları Türkiye'yi iyi bir noktaya götürebileceği gibi bir felakete de sürükleyebilir ki, bugün bir felakete sürükleme olasılığı çok daha yakın görünüyor. Artık -ezberlediklerimizin dışında bir de başka açıdan bakmak lazım- noktasına gelmesini ümit ediyorum. Ben Türkiye'de devletin bir parti devletine dönüşmesi, hukuksuzlaşması ki, bu süreç işliyor; buradan bakınca bu süreçte hedefin ne Ak Parti ne Tayyip Erdoğan olmadığını, Türkiye'nin ta kendisi olduğunu görüyor, bundan kaygı duyuyorum. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bunu fark etmesini diliyorum. Mahkemelere üye atamak, mahkemelere dediğini yaptırmak yetseydi bu Saddam'a yeterdi. Milyarları olmak, orduları olmak yetiyor mu, başka örneklere bakınca yetmiyormuş demek ki. Bütün mesele varlığınızın demokratik meşruiyete dayanmasıdır. Emperyalizm ordularla savaşır, ama halklarla savaşamaz. Emperyalizm sadece iyilik karşısında, haklılık karşısında yenilir. Bu ülkenin bu anlamda güçlenmesinin, kendisini de güçlendireceğini görmesi gerekiyor.”
Aslına bakarsanız bugün Recep Tayyip Erdoğan’a, dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne 2002 yılında rahmetli Bülent Ecevit’e kurulana benzer bir kumpas kurulduğuna ben de inanıyorum. Tabii arada şöyle bir fark var. Rahmetli Ecevit, ABD’nin Irak’la başlayacak Ortadoğu serüvenini çok önceden sezmiş ve buna şiddetle karşı çıktığını defalarca ifade etmişti. Ancak bugün olduğu gibi Türkiye’nin iç dinamikleri, dış mihrakların arayıp bulamayacağı bir tavır sergileyerek Ecevit’i ihtiyar, bunak, işe yaramaz ilan etmiş ve partinin göz göre göre parçalanmasına alet olarak Türkiye’deki siyasal sistemin tasfiye edilmesine ve Erkan Mumcu’nun da ifade ettiği gibi bölgedeki egemen güçlerin istediği yönde yeni bir siyaset sisteminin dizayn edilmesine neden olmuşlardı. Ecevit bunun fevkalade farkındaydı ama yalnızdı; dinletemedi, gücü yetmedi.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bugünkü kumpas senaryoları karşısındaki tavrı, açıkçası daha 20 yılı bulmamış bir yakın geçmişten ders çıkardığını göstermekten çok uzak. Ve açıkçası ben Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir tezgah içinde olduğunun, kendisinin ve ülkenin nasıl bir sona doğru sürüklendiğinin farkında olduğunu da düşünmüyorum.
Zira size bir kumpas kuruluyorsa ve siz Erkan Mumcu’nun iddia ettiği gibi güya bunun farkındaysanız, bu kumpasın hangi argümanlarla tesis edildiğini görüyor ve önleminizi buna göre alıyor olmanız gerekir.
Farkındaysanız eğer, işe içinizdeki FETÖ artıklarını temizlemekle başlamanız beklenir. Öyle ya evvel emirde majestelerinin vali, kaymakam ve neferlerini kendi yanınızdan ve devletin içinden temizleyeceksiniz. Türkiye’yi bir parti devleti olmaktan çıkaracak, kurumlar üzerinde vesayet ve tahakküm tesis etmeyi bırakacaksınız. Toplumsal ayrışmanın kumpas teorisyenlerinin ve pratiğinin en temel argümanı olduğunu bilecek, bu ayrıştırma siyasetinden vazgeçeceksiniz. Sizi dünyaya bir “diktatör” olarak lanse etme çabası varsa, bu çabayı haklı gösterecek tahakküm, uygulama ve yaklaşımları terk edecek; Türkiye’deki demokrasi, hukuk, adalet, yasama, yargı, yürütme enstrümanlarını en ileri standarda taşımaya çalışacaksınız. Sizi ve ülkenizi bilerek ve isteyerek yalnızlaştırma çabasında olanların ne yapmak istediğini anlayacak ve güvenilir bir dünya devleti olma yolunda samimi adımlar atacaksınız. Haklı olarak meşruiyetinizi zan altında bırakan bu akraba, eş-dost, yandaş kadrolaşmasından ve sermaye ilişkilerinden vazgeçecek; liyakat ve hakkaniyete yöneleceksiniz. Erkan Mumcu’nun da dediği gibi Türkiye ne kadar güçlenirse, siz o kadar güçlenir; Türkiye ne kadar zayıf düşerse siz o kadar savunmasız kalırsınız. Evet artık başınızı kaldırıp başkalarının ne dediğine de bir bakmak zorundasınız.
Çevrenizin sizi doğru bir istikamete yönlendirmediği, hatta sizi ve ülkeyi uçuruma sürüklediği aşikar. Mesele artık sizin iktidar olma meselenizden çıkmış, bizatihi Türkiye’nin beka meselesi haline gelmiştir.
Şu noktada buraya kadar anlatılanlardan ve kendi öngörülerimizden hareketle şunu da söyleyerek meseleyi bağlayalım. Bugün Ak Parti’nin bölünmesi ve bu yolla iktidardan düşmesi adına yeni oluşumlar için heves besleyenlerin bir kez daha oturup derin derin düşünmesi lazım.
Ak Parti’nin alternatifi, modifiye edilmiş yeni bir Ak Parti değildir. Bugün yapılmaya çalışılan, siyasal İslam patronajının değiştirilme çabasıdır. Deyim yerindeyse biz eşek olmaya devam edeceğiz, sırtımızdaki semer değişecek. Artık bu büyük oyunu görmek ve kendi iç dinamiklerimizle tezgahı bozmak zorundayız. Bu konuda bizi ümitli olmaya sevk edecek doğru dürüst bir adım atılmış değil mevcut siyasal partilerden. Vehametin farkındalarsa da gereğini yaptıklarını söylemek mümkün değil.
Ancak şurası açık ki, Türkiye’de değişim vakti gelmiştir ve siyaset yeni bir yapılanma sürecine girecektir. Bu süreçte ya ağzımızı açacak ve irademizi teslim alanların kendi idealleri çerçevesinde başımıza örecekleri çoraba razı olacağız; ya da inanç, iman ve kararlılıkla gerçek anlamda millet iradesini hakim kılan bir yapıyı kendimiz tesis edeceğiz. İhtiyacımız olan tek şey milli ve demokrat merkezin yeniden teşekkül etmesidir. Kim yapar, nasıl yapar bilmem ama lamı cimi yok.