Hayat pahalılığı ile enflasyon aynı şey değil… Bunu anlamayanlar, “Enflasyon düşüyor, niye hâlâ geçinemiyoruz?” diye hayıflanıyor…

Anlamayanlar çok; çünkü yıllardır resmi rakamlar “enflasyon” diye bir şey söylüyor, halk ise pazarda, markette, faturalarda başka bir gerçeklik yaşıyor.

İkisi arasındaki uçurum artık kapanmıyor; kapanmayacak da…

Enflasyon, fiyatların genel seviyesindeki artış hızıdır…

TÜİK’in sepeti, ağırlıkları, hesaplama yöntemi ayrı bir tartışma konusu…

Diyelim ki mucize oldu ve enflasyon gerçekten sıfıra indi…

Fiyatlar artık artmıyor…

Harika!..

Peki neden hâlâ 1 litre süt 40 lira, 1 kilo kıyma 600 lira, bir evin kirası asgari ücretin iki katı?…

Çünkü fiyat seviyesi yüksek kalmaya devam ediyor…

Bir kere yukarı fırlayan fiyatlar, enflasyon sıfır olsa bile kolay kolay aşağı inmiyor…

Bunun adı “yapışkan fiyatlar” değil, “çelik zırhlı fiyatlar”.

Neden inmiyor?..

1. Bir kere yukarı çıkan maliyetler bir daha eski seviyelerine dönmüyor. Kur sıçradı, mazot 45 lira oldu, gübre ithal, yem ithal, işçilik maliyeti arttı…

Enflasyon düşse bile kimse “Maliyetlerim düştü, ben de fiyat indiriyorum” demiyor. Kâr marjını genişletmek varken niye indirsin?

2. Oligopol ve kartelleşme…

Et, süt, yumurta, akaryakıt, inşaat malzemesi…

Bir avuç şirket pazarı paylaştı…

Rekabet yok, fiyat indirme baskısı yok. Enflasyon düşse de bunlar fiyatı istediği yerde tutar.

3. Vergi ve harçlar…

Devletin bütçe açığını kapatmak için dolaylı vergilere yüklenmesi kalıcı bir maliyet unsuru. Enflasyon sıfır olsa bile ÖTV, KDV, motorlu taşıtlar vergisi, emlak vergisi oranları aynı kalır. Hatta ihtiyaç oldukça artar…

4. Beklentiler ve psikoloji…

Toplum “Bir daha ucuzlamaz” öğrendi. Esnaf da tüketici de “Fiyat bir kere bu seviyeye geldi, buradan aşağı inmez” diye düşünüyor.

2005’te 1 liraya alınan simit bugün 15 lira. Kimse “Enflasyon düşüyor, simit 5 liraya iner” demiyor, diyemiyor.

5. Gelir dağılımı bozulması kalıcı…

Zengin daha zengin, orta direk yok oldu. Talep yapısı değişti. Lüks tüketim mal ve hizmetleri uçuyor, çünkü parası olan çok para harcıyor.

Bu da ortalama fiyat seviyesini yukarıda tutuyor.

Kısacası: Enflasyon ilaçtır, hayat pahalılığı hastalıktır. İlaç bitti diye hastalık iyileşmez…

Hastalık iyileşmesi için fiyat seviyesinin kendisi aşağı inmeli.

Bunun için ya çok sert bir talep daralması (yani resesyon, işsizlik, iflaslar) ya da arz tarafında devrim gerekiyor.

İkisi de şu an masada değil.

O yüzden önümüzdeki yıllarda şu manşetleri çok göreceğiz:

“Enflasyon tek haneye indi, halk hâlâ mutsuz”

“Yıllık enflasyon %8, gıda enflasyonu %120 idi, şimdi %8… Ama hâlâ geçinemiyoruz”

Çünkü bir toplum bir kere “pahalı yaşamaya” alıştırıldı mı, geri dönüşü çok zor olur.

1980’lerde 100 liraya alınan bir şey 2025’te 100 bin lira olmuşsa ve enflasyon sıfır olsa bile 100 bin lirada kalıyorsa, o toplumın refahı bir daha eski seviyesine dönmez.

Dönmesi için fiyatların nominal olarak düşmesi lazım.

Nominal fiyat düşüşü ise ancak büyük bir ekonomik buhranla mümkün.

Sonuç: Enflasyonla mücadele etmek yetmez, hayat pahalılığıyla mücadele etmek başka bir iştir…

Biri para politikası meselesi, diğeri yapısal reform, rekabet politikası, vergi politikası, gelir dağılımı meselesi…

Birini çözmek diğerini otomatik çözmüyor.

O yüzden cüzdanınız rahatlasın istiyorsanız, sadece “Enflasyon kaç?” diye değil, “Fiyatlar ne zaman inecek?” diye sormaya başlayın…

Çünkü o soru, gerçek sorudur…